26 Kasım 2014 Çarşamba

Madem yazmaktan bahsettik...


Madem yazacağız dedik yazalım, değil mi ama...
Yazmak aslında "Hadi yazayım" deyince olmayan bir şey. "Hadi yazayım" deyince oluverip bitseydi keşke... Öyle değil işte...
Öyle olsa herkes her konuda bir şeyler söyleyebilir, söylediklerini yazabilirdi. Sonraki curcuna nasıl olurdu orası meçhul tabii... 

Ben etrafımdan "Nasıl yazıyorsun" sorusunu çok duyuyorum. Zaman zaman bunu soranlar küçük yaştakiler olsa da genelde karşılaştığım bir soru. Bir gün oturdum düşündüm "Ne alaka niye yazıyorum ben?" diye, tabii seneler öncesinden bahsediyorum. (Hikaye, günlük yazarak başladığım bu işin bir gün mesleğimle yanyana geleceğini o yaşlardan düşünemezdim tabii.) Yazı yazmak nedensiz bir şey sanki. Neden yazıyorum deyince, "Söyleyince anlamıyorlar belki okuyunca anlarlar" diyesim geliyor. Söz'ün gücü yadsınamaz ama sayfalarında pek bir kalır yanı yoktur sözden. 

Benim yazmam da biraz böyle. Söyledim olmadı veya hiç söyleyemedeğim şeyler oldu. Ben de oturdum yazdım. Bazen birine yazdım, bazen sevdiklerime yazdım, bazen kara kışa, düşe rüyaya  yazdım ama en çokta kendime yazdım ben. Kendi sesimle kendi içimi ikna etmeye çalıştım. Kendimle olan derdimi yazdım. Kendi sevgilerimi, kendi bekleyişlerimi, kendi kaybedişlerimi kabullenemediğim zamanlarda oturdum, kendimi iknayla uğraştım. Yazmak biraz zevk meselesiyse fazlaca da dert meselesi. Derdiniz yoksa yazamazsınız. Bu işin peşin hükmü budur. "Ben hiç böyle yazamıyorum" diyen arkadaşlarıma bunu söyleyebilirim belki. Eğer bir sır arıyorsanız, o da dert sahibi olmak, derdinden haberdar olmak, derdini "derinde" hissetmek olabilir fazlaca. Devrik cümlelerin yanyana gelmesi felsefik bir şeyler anlattığınızı göstermez. Veya aşk'ı kendinizce anlattığınızı varsaymanız da sizin harika yazdığınızı kanıtlamaz. Önce hissetmelisiniz. Unutmayın içinizden hissetmediğiniz şeyi kağıda dökemezsin.

Tabii bunları söylerken fazla şairane gibi geliyor insanlara. Sanki her yazdığım edebiyat kokuyor, sevda masalı anlatıyormuşum gibi geliyor. Yok öyle bir şey. Zaten şiirle arası kötü olan biri olarak "şairane" yazmam da mümkün değil. Güncel olaylarla ilgili yazarsınız. İllaki "Ben sonbaharı yazarım" değildir mesele. Sonbaharı yazarsın da sonbahar da neyi kaybettin onu düşün! Veya neden sevdin Sonbaharı?

Ben böyle yazınca sıkıcı olduğunu söyleyenler oluyor. "Yazının sonunu getiremiyoruz diyeceğini de, bitir" diye söylenenler hatta abartıp kızanlar var etrafımda. (Buraya kadar okumayı başardılarsa üzerlerine alınabilirler bundan sonrasını.) Benim üslup biraz böyle. Tabiri yerindeyse "alengirli." Hop diye girip pat diye bitiremeyenlerdenim ben. Yazının başından sonuna kadar kapılar vardır yazan için. Şimdi burası mesela son kapıya doğru ilerleyen koridordur. Her geçtiğiniz kapıyı sıkıca kapamayasınız ki koridorlar arası geçişlerde sıkıntı yaşamayın. Şunu da söyleyim, her yazı biraz sıkıcıdır aslında. Bunun için çıkarken kapıyı aralık bırakmakta fayda var.










12 Kasım 2014 Çarşamba

Neden Çekikler?


Başlıktan da anlaşılacağa üzere, çekikgilleri sevme nedenlerimi sıralayacağım bir yazıdır bu. "Ben hiç merak etmiyorum neden çekiklerle ilgilendiğini" diyenler şimdi kapayabilirler sayfayı zira etrafımda sürekli "Ne buluyorsun bunlarda", "Güney Kore neresi bea?", "Çan çin çon, ne anlıyon?" diye ısrarla soranlar içindir bu yazı.

Klavyemden geldikçe neden çekik dediğimiz Uzak Doğu insanlarını, kültürlerini, müziklerini, filmlerini, dizilerini sevdiğimi anlatacağım. Şimdiden uyarayım asla bir ırkçılık gütmüyorum neyi neden sevdiğimi söylüyorum ve genellemelerden de el verdiğince kaçınacağım.

Elimizde bir adet Daniel'ımız veya Roberto'muz bir adette JiHoon'umuz veya Takayuki'miz olsun. Şöyle canlandıralım hatta :) 



Elimizde bir adet Daniel/Roberto varsa ve bu isim bir filmde başrolse o filmde ya kahramandır dünyayı kurtarıyordur, ya hayırlı bir işin peşinde koştururken insan öldürüyordur! (bunu da çok masum gösteriyordur), ya bir ideolojiyi dayatıyordur alttan alta (bir harikayız istediğimiz her şeyi istediğimiz anda yaparız) mesajlar veriyordur. Bunların hiçbiri yoksa başına bir doğal afet geliyordur ve herkes ölürken o çok büyük bir olasılıkla kurtuluyordur. Öldürmeyen senarist öldürmüyordur. Aşıksa hemen aşık olduğuna sahip oluyordur, aşkın en seksi halini yaşıyordur. Masumiyet algısı Daniel'ın bizimkinden birazcık farklılaşıyordur. Toprak bitki örtüsü falan farklı tabii Roberto'yla bizimki. Roberto her haliyle biraz daha Avrupalı, ve biz ne yaparsak yapalım biraz daha Doğu'luyuz. Belkide bu yüzden Roberto'yu Daniel'ı daha az benimsiyor, seviyoruz.

Elimizdeki JiHoon/Takayukimiz ise yine bir filmde başrol olsun. JiHoon filmde kahramansa bile ölebilir, senariste güven olmaz. JiHoon adam da öldürür filmde ama masum değildir, cezasını ya çeker ya birileri verir ya da senarist ona yakışır bir son yazar. JiHoon doğal felaketlerden kurtulamaz, herkes gibi o da insandır ve diğerlerinden bir üstünlüğü yoktur. (Dünyanın elindeki tüm lüks akıllı telefonları üretir ama ukalalık etmez işte!)JiHoon aşıksa dibine kadar aşıktır, sahip olamayacağı kadar zordur sevgili Takayuki, kız arkadaşını bir kere öper film boyunca. Masumdur aşk. İstediğini çekebilme hürriyetine sahipken daha bir zap yapmayı gerektirmeyecek sahnelere sahiptir onun başrol olduğu filmler. (Gidip Uzak Doğu'nun tüm artı on sekiz filmlerini bulup getirip buraya koyacak olan arkadaşlarım o konuda ne tür filmlere sahip olduklarını biliyorum, hepsi masumdur bu adamlar bu yüzden harikadır da demiyorum. Takayuki Daniel'dan daha sempatik daha etikdir bana göre diyorum) Robertoyu babamla izleyemezken JiHoon'u abimle izleyebiliyorum. Anlatabildim inşallah...

Daniel şarkı söyler ve güzel de söyler. Tıklanması meşhur olması pek zamanını almaz piyasa onların elindedir çünkü. Roberto'nun konserine gidince "vuuu çok havalı" olup Koreli bir erkek müzik grubunun konserine gidince ise "nalaka beaaa" denmesi de bundandır. Biri Amerikalı Avrupalıdır bir diğeri de istediği kadar gelişsin Doğu'dadır işte, yemek masasından selam verişine kadar doğuludur. Hemde en Uzak olanından. JiHoon şarkı söyler iyi de söyler. Ama takipçileri dışında dinleyeni olmaz. Hatta bir Zambiyalı gibidir çoğu ülkede. O da ne? Nasıl olmuştur o? Yoksa bunlar birer siyasi oyundur ve Takayuki'nin arkasında da mı Daniel vardır. Olamaz, Takayuki bir milyar tıklanmıştır. O adam nece şarkı söylüyor derken heryerde aynı parça çalmaya başlamıştır. Takayuki'nin bir Uzak Doğu'lu olduğunu bilmemek hiçbir zaman ayıp değildir ama Roberto'nun Avrupa'lı olduğunu nasıl bilmessin bre cahildir.

Roberto yemeğini masada yer, JiHoon masada yediği gibi yer sofrasında da yer yemeğini. Bir Ali de biraz JiHoon'dur bu anlamda. Daniel ayakkabılarıyla yatağa yatarken, Takayuki kapıda çıkarır ayakkabılarını. Ali de öyledir işte. O yüzdendir Ali'nin Takayuki'yle daha iyi anlaşması. Roberto yaş olmuş on sekiz der, atara atar, gidere gider ama JiHoon, Ali'ye yine benzer. Evlenecekken anne babasının kararları kendininkinden bile önemlidir bazen. Aliyle JiHoon kültürel miras bakımından birbirine benzerken Daniel'la Ali'nin arasında herhangi bir bağ yoktur. Ne göç edilen toprak bakımından,  ne bir cephe, ne bir ahlaki değer bakımından Ali ile Daniel benzemez işte... Yapacak da bir şey yoktur.

Daniel daha  kendini bir şey sanmıştır. Öyle büyümüştür. Daniel daha bir rahattır her açıdan. JiHoon da belki öyledir. Sonuçta her Ali aynı olmadığına göre JiHoonların hepside süper ötesi değildirler. Lakin JiHoon Daniel kadar uzak değildir, Ali'ye. Birinin sahip olduğu Doğulu kimliği diğerinin ise sahip olduğu Batılı ruhu, Ali'nin neden Takayuki sevdiğinin aslında en büyük kanıtıdır.

Bilmem anlatabildim mi ama Roberto izlemekten sıkılmış, onların bize iteklemeye çalıştıkları fikirlerden, giydirmeye çalıştırdıkları kıyafetlerden, bıkmış biri olarak Takayuki bana daha cazip geliyor. Takayuki kardeşim değil ama benziyoruz işte. Ölüye olan saygısıyla benziyoruz mesela Takayuki'yle. Anneannesine gösterdiği şefkatten, merhametten dolayı seviyoruz JiHoon'u çünkü genel anlamda öyle değil miyiz? Yaşadığı köy hayatı ve şehir hayatındaki uçurumu güzel anlattığı için seviyoruz JiHoon'u, çünkü biz de öyleyiz. Leğende yıkanmış çocuklarız Takayuki de öyle. Bahçedeki tuvalete giderken beklemesi için abimizi çağıranlarız. Ji Hoon'da da bu geçmiş var. JiHoon gözlerinin çekik olmasıyla görüntüde ayrılırken Ali'den, Daniel ise daha çok şeyiyle bambaşka.

Her şeyiyle sevilesi değil tabii bu çekikler. Bize benzerler, ortak bir geçmişe sahibiz, gelenek görenek kardeşliğimiz vardır, daha canayakın insanlardır falan ama bunlar sevdiğimiz kısımlarıdır. Sevme sebeplerimizdir ya da. Bazen Ji Hoon da çok bi' Roberto'dur, hatta Roberto'dan daha Robertodur bazen. İşte o  zaman Ali olduğunuz için daha bir mutlusunuzdur. Ali olmanız güzeldirde bir şey sevecekseniz Robertoyu az Takayuki'yi çok seversiniz.
Neden çekikler, çünkü beni; elimde kumanda varken daha az zap yapmaya zorlarlar,
Çünkü "selamunaleykum" diyen Türk Bayrağı öpen ünlüleri vardır çekiklerin
Çünkü daha samimidirler selam verirkenki eğilişleriyle,
Çünkü dünya onları görmezden geldikçe onlar daha çok çalışmışlardır ve seni beni beğenmeseler yeridir,
Çünkü bir Daniel olma çabası taşısalarda hiçbir zaman Daniel değildirler. Kanlarında yoktur zira.
Çünkü dinleri yoksa bile her dine inançları sonsuzdur. Bir Takayuki, bizdeki Ali'den daha ahlaklı bir patrondur çoğu zaman. Hatta bir ünlü düşünür "Japonlar müslüman olsalardı dünyayı saracak güce sahip olurlardı" bile demiştir.
Bir Japon Japondur bir Korelide Korelidir. Gözleri çekik olunca hepsi Çinli değildir yani.

Son bir cümle sevmiyor olmamız hepsini birden batırmamızı gerektirmez. Tıpkı seviyor olmamızın hepsini mükemmel yapmadığı gerçeği gibi. Ki zaten kimse mükemmel de değildir :p mesele Daniel yerine JiHoon'u izlemektir. Veya Daniel'da JiHoon'da izlemektir de JiHoon'u daha çok sevmektir. Roberto da dinlemektir ama Takayuki'nin konseri için maaşın üçte biri fiyatına para harcamaktır. Böyle bir şeylerdir işte.
Anlam vermenizi umut ediyorum. Japon Koreli yerine Gana'lı veya bir Arap da sevebilirdim ama bu beni aşırı saçma biri yapmazdı. "Ne bu Uzak Doğu meramı" sorusuna bu kadarlık cevap verelim şimdilik. Merak edip anlamayanlara da meraklı anlayanları anlatsın artık...



8 Kasım 2014 Cumartesi

N'oluyoruz?

Aslına bakarsanız çok da bir şey olmuyoruz. Daha özel bir alanda daha keyifli, daha gülmeli, az ciddili, bol komikli, iyi müzikli, kafa dinlemelik, vakit geçirmelik, fikir alışverişlik, yazmalık not çizmelik, azıcık uzucuk, birazda turşucuk, kıyısından Uzak Doğu'cuk, bir parçasından caponcuk.

Kafiye olmasın derseniz...

Şöyle ki bundan sonra (bu dediğim tarihin ne olduğundan çok emin değilim) buradayım. (Burası dediğim yer konusunda da pek bir şey diyemeyeceğim, hayal et sen nerdeysen ben de oradayım.) Yazmaya yeltendiklerimle artık kendi adresimdeyim (kendi adresim derken bizim evden bahsettiğimi düşünenler çay içmeye gelebilirler elbet) yanisi bir tık mesafeden derdimizi anlatmanın derdindeyim.

Kısa kesiyorum, biraz süsleyelim burayı ;)