Sinemaya dair yeni bir yazıyla merhaba...
Film seyretmeye zaman bulangillerden olduğum için kendimi fena halde şanslı hissediyorum.
Ya hiç zamanı olmayıp da film müptelalarından biri olsaydım, napardım bilmem...
Genel itibariyle Güney Kore sinemasıyla ilgilendiğim sanırım artık herkesin malumu. En azından twitter, yeppudaa ve facebook üzerinden (hatta bir kaç köşe yazımda) bunu fazlaca belli etmiş olmalıyım.
Neden bu yazıyı yazıyorsun derseniz aslında öyle iyi bir nedenim yok. Kimseye Uzakdoğu kültürü aşılama derdinde falan değilim veya aman Güney Kore filmleri şahane kaçırırsan ölürsüncü bir zihniyete de sahip değilim. Sadece elimde olan sağlam arşivi anlatmanın derdindeyim. Kıymetli saatlerinizi eğer film izleyerek geçirecekseniz diye bir kaç öneride bulunmanın derdinde...
Bir bakıma; dolaylı yollardan sizi düşünmüş oluyorum yani, aptal bir romantik komedi yerine anlamlı bir dram, harika bir aksiyon izleyin hem zamanınız ölmesin hem de yaptığınız boş zaman aktivitesi bir şeye benzesin. Yeni filmler izleyerek yeni yönetmenler keşfedebilir arkadaş ortamında bu bilgileri kullanabilirsiniz:)
Önereceğim ilk filmimiz "Hope" 2013 yılında yapımı tamamlanıp vizyona girmiş. Ben yeni bulup izleyebildim. Özel olarak sevdiğim bir oyuncu yoktu filmin içinde. Başlarken filmin adıyla başrol minik kızın adının aynı olması dikkatimi çekmişti. "So Won" Korecede umut anlamına geliyor ve aynı zamanda minik başrolümüzün filmdeki adı tahmin edeceğiniz üzere. Anlayacağınız bir "umut"la başladığım filmi göz yaşlarıyla bitireceğimi bilmeden seçmiştim. Yakın zamanda Özgecan Aslan'ın başına gelenlerden sonra gündem olan olayın, Kore versiyonu olacağını da bilemezdim tabii. Daha Özgecan için üzüntümüz hiç soğumadan bunun "gerçek yaşanmış hikayeye dayanan bir film" olduğunu ise film bittikten sonra öğrenmiş ve dünyanın olmayan adaletine küfretmiştim.
Hope da tam olarak benim yaptığımı yapıyor ve adalet sistemlerinin ne kadar çürük olduğunu anlatıyor... Suçluların ellerini kollarını sallayarak nasıl dolaştıklarını ve mazlumun yanında kimsenin olmayışını anlatıyor. Çok dramatize edilmeden tamamen gerçeklere göre yapılan bu filmde ben izlerken kahrolmuşsam bunu yaşayan insanlar neler hisseder Allah bilir. Gerçekten bir insanın başına gelebilecek belki de en kötü şeylerden biri...
So Won karakteri küçük ve yaralı bir çocuk filmde... Mutsuz ama umudunu kaybetmemeye çalışan bir karakter. O karaktere hayat verense ilk kez bu filmde izlediğim (Chaser dizisinde izlemişim ama hatırlayamadım) Lee Re isimli kendisi minik ama oyuncluğu dev olan çocuk. Öyle oynamış ki izlerken sanki gerçekten o çocuğun başına geldiğini düşündürüyor. Bu arada Lee Re 2006 doğumlu ama oyunculuğu yaşından çok çok daha büyük. (Kıyas yapmaktan hoşlanmıyorum ama bana böyle ağır bir rolü başarıyla oynayacak bir kaç türk çocuk oyuncu söyleyin desem aklınıza hemen birileri gelir mi? Benim gelmedi.)
Filmin başında başlayan felaket ne yazık ki finalinde de son bulmuyor. Senarist seyirciyi mutlu etmenin değil ülkenin bir yarasını ele alma çabasında çünkü. Bir filmle belki düzeni değiştiremezsiniz ama bunun yolunda bir adım atmış olursunuz.
Her ülkede var olan ve istemesek de bu tarz olaylarda yeniden hatırladığımız adaletin doğru zamanda doğru kişilere tecelli etmesini temenni etmekten ve bu acıyı yaşanların acılarına dua ederek, yanlarında durarak destek olmaktan başka yapacak bir şeyimiz yok gibi duruyor... Acı olsa da bizim ülkemizin de gerçeği bu. Ne zaman dünya tersine dönerse işte o zaman gerçek adalet işleyecek herkes için... Hepimiz için...
Filmin son 50 dakikasında sürekli ağlayacağınız uyarısında bulunarak buraya afişini bırakıyorum.
Ve filmi Yeppudaa.com'dan indirebileceğinizi hatırlatıp diğer filme geçiyorum.
İkinci filmimiz de yine bir dram filmi My Brilliant Life. Bunu izlemek isteme sebebim tabii ki oyuncularıydı. Filmin ilk çekimlerinin başladığı günden beri takip ediyorum zira. Song Hye Kyo filmde anneyi Kang Dong Won ise babayı canlandırıyor. (Bu ikili daha önce Camellia filminde de bir araya gelmişlerdi.) İkilinin müthiş uyumu ve herkesçe bilinen harikulade oyunculukları filmi izleme sebebim olsa da film bittiğinde anne babadan ziyade erken yaşlanma hastalığına sahip olan ve evin çocuğunu oynayan Jo Sung Mok aklınızda kalıyor. Çünkü o da Kore film sektörünün keşfettiği iyi çocuk oyunculardan biri.
Film genç yaşlarında dolu dizgin aşk yaşayan iki sevgilinin bebek sahibi olmalarıyla başlayan ve sonra bebeklerinin hastaklarını öğrenmeleriyle devam eden bir hikayeyi ele alıyor. Hastalığın hiçbir tedavisi olmadığını bilen anne babanın gözünden çocukları ve öleceğini bilen bir çocuğun gözünden o kocaman yaşanılası dünya...
Filmde küçük bir ayrıntı gizli. Bu tarz hastalıklardan para devşirmeye çalışanlarla ilgili... Onlara da ders niteliğinde bir mesaj var. Her şeyi dramatize etmemeleri konusunda. Daha fazla yazıp da keyfini kaçırmayım işin. İzlerken üzülmekten başka bir şey hissedeceksiniz. Ve içinizden sürekli şu replik geçecek "Allahım verme! Verdiklerine sabır ver."
Daha çok yazmayı hakeden bir film, daha çok izlenmeyi gişe rekorları kırmayı hakeden bir film. Peçetenizi falan hazırlayın öyle play tuşuna basın olur mu?
Son olarak film bir romandan uyarlamadır. Gerçek bir hikaye olmamasına sevinmemiz için iyi bir neden.
İyi seyirler dileyeyim, bir gün izlemediğiniz için pişman olacağınız iki filmin ardından bir süre daha yok olalım...